mobilyaofisburo.com adresinden Brüksel’in absürtlük sorunu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Brüksel’in absürtlük sorunu
mobilyaofisburo.com adresinden Brüksel’in absürtlük sorunu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Dairesinde 50 bin arıyla yaşıyor
22.09.2013 07:20 1,913 kez okunmuş
Evcil hayvanları kedi, köpek, kuş ve balıktan ibaret sanmayın. Şehir arıcılarıyla yepyeni bir evcil hayvan sınıfı ortaya çıkıyor. İşte bir beyaz yakalı İstanbul’un orta yerinde 30 katlı apartmanın 11. katında arı kolonosiyle yaşıyor.
Röportaj: Halil İbrahim İzgi
İstanbul’un orta yerinde kahvaltı yaparken sofranıza bir arı misafir olur. Öyle yaban arısı falan değildir. Bildiğiniz bal arısıdır. Bu arının nereden geldiğini merak edersiniz. Fakat onun ve on binlerce arkadaşının komşunuz olacağı aklınıza gelmez. Bir öğle yemeğinde çok sevdiğim arkadaşlarımla sohbet ederken konu arılara geldi ve şehir arıcılığı yapan bir plaza çalışanından söz açıldı. Gökdelenler ve arıları yan yana getirmek yeterince ilginçti. Hikayenin arka planını anlamak için önce e-posta yazışmalarıyla sonra da yüz yüze görüşerek İstanbul’un ortasında şehir arıcılığı yapan bir beyaz yakalıyla tanıştık.
GÜVENLİK ARIYA SÖKMEZ
Şehir arıcısı Serdar Coşkun, İstanbul’da internet sağlayıcı bir firmada çalışıyor. Alibeyköy’de 30 kattan yüksek apartmanlardan oluşan bir sitede oturuyor. İçeri girmek için güvenliği geçmeniz gerekiyor. Tabii bu güvenlik önlemleri arılar için geçerli değil. Kendisini ‘vakit buldukça şehir ve iş yaşamının stresinden kurtulmak için her fırsatları değerlendiren biri’ olarak tanımlıyor. Arılara olan ilgisi 4-5 ay önce başlamış. İlgi alanı şehir arıcılığı olarak tanımlanıyor. Kendisini CNBCe dizileri seyretmekten Tarım TV ve Bereket TV izleyicisi haline getiren bir ilgi alanından bahsediyoruz.
Şehir arıcılığı dünyanın birçok metropolünde hızla artan yapılaşmanın ortasında gelişiyor. Genelde ticâri bir beklenti içerisinde olmadan hobi amaçlı, şehrin içinde kısıtlı alanlarda yapılıyor. Şehir arıcıları sadece kendi bal, polen ve propolis (kovan koruyan ve insan vücudu için çok faydalı olan bir madde) ihtiyaçlarını karşılayıp eşe dosta dağıtabiliyorlar. Düşük miktarlarda üretim yapıldığı için maliyeti yüksek olsa da bir rahatlatma ve doğayla irtibat sağlama açısından terapi yerine geçiyor. Şehir arıcılığı kırsal arıcılığın bir taklidi ya da bir özlemi… Bazen bal ve diğer arı ürünleri edinmenin ötesinde bu işle uğraşmanın kendisi amaç olabiliyor. En azından Serdar Coşkun için bazen böyle oluyormuş.
BİSİKLET TURUYLA BAŞLAYAN TUTKU
Serdar Coşkun şehir arıcılığına bulaşmasını şöyle anlatıyor: ‘Hafta sonları vakit buldukça kendimizi gerek kamp kurmak gerek bisiklet turları için İstanbul’un kuzeyindeki ormanlara atıyorduk. O gezilerden birinde ilk defa profesyonel arıcıların ormanın içine dizdikleri arı kovanlarını yakından inceleme fırsatım oldu. Gördüm ki arılar hiç de öyle kafamızdaki algı gibi, insanları sokmak için adeta pusuda bekleyen, fırsat kollayan canlılar değillermiş. Bu yanlış algının yıkılması açısından bu tanışma benim için çok önemliydi. Kasıtlı olarak rahatsız etmediğiniz sürece becerebilirseniz elinizle sevebilirsiniz bile.’
Ardından bir gün tesadüfen Mecidiyeköy’de oturan bir arkadaşının evinin terasında babasına ait arı kovanı olduğunu öğrenir. Bu onun için inanılmaz bir bilgidir. Nasıl olur da şehir ortasında ormanı, kırı olmayan bir yerde arı kovanı olabilir? Araştırmaya başlar ve İstanbul’daki diğer şehir arıcılarının izini bulur. Fatih’te de Suadiye’de de bu işi yapan kişiler olduğunu öğrenir.
Bir belgesel kanalında New York’ta bir binanın en üst katında 5′ten fazla kovanı olan bir adamı dahi görür: ‘En ilginci de yurt dışından bir haber görüntüsüydü. Haberde Hong Kong’da bir binanın 14. katındaki terasta yapılan arıcılık konu ediliyordu. Her ne kadar şehrin merkezi beton ormanı olsa da şehrin etrafını çevreleyen dağlardaki kaynaklar sayesinde bunun gibi 11 bina daha olduğunu söylüyordu haberde.’
‘Arı o kadar ilginç bir hayvan ki’ diyor Coşkun: ‘Bal yapması için bulması gereken nektarı nerede olursa olsun 6 km uçuyor buluyor ve kovanına getiriyor. Zaten kendimi bildim bileli bal da hayatımın vazgeçilmez bir parçasıydı ve dedim ki neden burada da olmasın?’
ASANSÖRDE 50 BİN ARIYLA BAŞBAŞA
Daha önce birçok hobi ile uğraşan Serdar Coşkun arıcılığı öncekilerden çok farklı olarak niteliyor: ‘Hiçbir hobi beni bu denli düşünmeye sevk etmemişti. Kolonideki hiyerarşik yapıları, çalışma ritimleri, ortak bir amaç için organize olmaları gibi bir çok yapılarıyla muazzam canlılar. Kovanı ilk aldığımda eve çıkardığım anı unutamıyorum. Yük asansörünü kullandım, her türlü güvenlik tedbirini almıştım ama aklımdan kovanın bir şekilde yanlışlıkla açılması ihtimali geçtiğinde fazlasıyla heyecanlanmıştım. 1 m2 ‘lik bir alanda binlerce arıyla yalnız kalma düşüncesi beni bayağı bir korkutmuştu. Neyse ki kazasız belasız nakletmiştim.’
11. KATTAKİ ARI KOLONİSİ
Başlamaya karar verdikten sonra nasıl kovan yapabilirim diye marangozları dolaşır Coşkun. Kovanların rastgele yapılmış kutular olmadığını, hepsinin belli bir standardının olduğunu anlar. Kovan teminini arıcılık malzemeleri satan bir yerden yapıp işe girişir. Kemerburgaz’da bir amcadan arısıyla beraber 9 çerçeve petek alıp yeni kovanına dizip 30 katlı apartmanın 11. katındaki evinin güney cephesine bakan balkonuna koyar. Apartmanın karşısında başka bir apartman olmaması hatta ağaçlık fidanlık olması onun için büyük bir şanstır. Arılarla yaşamaya başladıktan sonra farklı tecrübeler yaşamış Serdar Coşkun: ‘O kadar ilginç hayvanlar ki çıktıkları yuvalarına geri dönme konusunda çok başarılılardı. Denemek için evin tüm camlarını ve kovanın bulunduğu balkonun kapısı da dahil olmak üzere açık bıraktım. Ağaç ve çiçeklerden nektar (bal özü) alımından sonra sadece kovanlarına dönüyorlardı ve yanlışlıkla diğer evlere girmiyorlardı. Dolayısı ile komşuları rahatsız edecek bir durum söz konusu olmadı.’
Kovan balkonda olduğu zamanlarda komşuları bu durumu bilmiyormuş. Bu sırrını ailesi ve arkadaşlarına ilk açtığında şaka yaptığını zannetmişler.
ŞEHİR PARKLARI YEŞİL ÇÖL GİBİ
Apartmandaki ilk 3-4 hafta boyunca arılar üstün çaba gösterseler de uyum konusunda pek başarılı olamamış. Serdar Coşkun’un aşırı ilgiyle kovanlardaki petekleri sık sık gözlemlemesi arıların da pek hoşuna gitmemiş. Kovanı alıp yakındaki baraj bölgesinde ağaçlık bir bölgeye götürmüş. Coşkun, daha fazla verim elde etmeyi düşündüğü bu yeni sistemle arılarının da rahat ettiğini düşünüyor. Şehir arıcılığının en büyük zorluğu alan ve bal özü kaynakları temini oluşturuyor. Belediye yeşil alanları ciddi anlamda artırsa da, çim ekip çiçeklendirmek aslında doğal hayatı ve dolayısıyla bal özü kaynaklarının büyük ölçüde tahrip edilmesine yol açıyormuş: ‘Bu tür alanlara arıcılıkta yeşil çöl deniyor. Baktığınız zaman yem yeşil ama ne böğürtlen ne püren kalmış. Bir başka zorluğu da yine belediyelerin yaptığı ilaçlamalar. Özellikle sivrisinekler için yapılanlar. Bu da içinde yaşadığımız doğal ortam adacıklarına çok zarar veriyor, sadece bal arıları için bir tehdit değil tüm böcekler için. En basitinden sokakta oynayan şanslı çocuklardık ve o zamanlar yaz geceleri çokça ateş böceği görürdük. Yıllardır ateşböceğine rastlayamıyoruz.’
ŞEHİR ARICILIĞI YAPMAK İSTEYENLERE ÖNERİLER
-Hemen kovan almakla başlanmamalı. İlk önce bir öğrenim süreci geçirilmeli.
-Arıcılık kurslarıyla öğrenim süreci tamamlanabilir.
-İnternet’te arıcılıkla ilgili çok güzel kaynaklar var.
-Kesinlikle bilgi sahibi olmadan bu işe kalkışılmamalı ki hayvanlara yazık olmasın.
-Kovanın koyulacağı yer çok önemli. Bunun için de önceden bir araştırma yapılmasında fayda var.
-Kovanlar ağaç ve çiçek kaynaklarına yakın olmalı.
-İlaçlama yapılan bir bölgede de olmaması gerekir.
mobilyaofisburo.com adresinden Gündemin gazinosu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Gündemin gazinosu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Bebeğinin cinsiyeti belli oldu
21.09.2013 17:37 1,999 kez okunmuş
Uzun süredir bebeğinin cinsiyetini merak eden ünlü oyuncu Meryem Uzerli, sonunda bunu da öğrendi. Uzerli, yaklaşık 4 buçuk aylık hamile.
Tükenmişlik sendromu nedeniyle Muhteşem Yüzyıl’dan ayrılan ve hayatını Almanya’da sürdüren Meryem Uzerli’nin hamile olduğu ortaya çıkmıştı.
Sevgili Can Ateş’in istememesine rağmen karnındaki bebeği dünyaya getireceğini açıklayan Uzerli’nin kızı olacak.
mobilyaofisburo.com adresinden Adrenalin arayanlara açık çek içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Adrenalin arayanlara açık çek içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Behzat Ç, ilk filmi Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ün ardından ikinci filmiyle izleyicisi karşısına çıkacak. Filmin yönetmen koltuğunda Serdar Akar bulunurken kadroda yer alacağı duyurulan oyuncular arasında Erdal Beşikçioğlu, Fatih Artman, İnanç Konukçu ve Nejat İşler gibi isimler yer alıyor.
Behzat Ç, ilk filmi Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ün ardından ikinci filmiyle izleyicisi karşısına çıkacak. Filmin yönetmen koltuğunda Serdar Akar bulunurken kadroda yer alacağı duyurulan oyuncular arasında Erdal Beşikçioğlu, Fatih Artman, İnanç Konukçu ve Nejat İşler gibi isimler yer alıyor.
mobilyaofisburo.com adresinden Bond da çöktü! içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
\
mobilyaofisburo.com adresinden Balkonda tekne yapıyor içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Altın Koza’da onur ödülleri içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Türk’ün İngilizce ile imtihanı içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Lana Del Rey İstanbul’da
20.09.2013 17:52 772 kez okunmuş
Şarkılarıyla tüm dünyada büyük beğeni kazanan Lana Del Rey, Küçükçiftlik Park’ta vereceği konser için İstanbul’a geldi.
Britisih Airways’e ait bir uçakla saat 23.30′da Londra’dan İstanbul’a gelen Lana Del Rey’i Atatürk Havalimanı’nda Unilife yetkilileri karşıladı.
Lana Del Rey Havalimanı’nda sempatik tavırlarıyla dikkat çekti. Ünlü sanatçı korumalar eşliğinde havalimanından ayrılarak kalacağı otele gitti.
mobilyaofisburo.com adresinden Gülşen’den jet taklit! içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Atatürk Havalimanı’nda öyle bir şey bulundu ki… içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Altın Terazi’nin iki birincisi oldu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
mobilyaofisburo.com adresinden Köprüde facianın kıyısından dönüldü içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Derede ölümüne kurtarma operasyonu
20.09.2013 16:27 0 kez okunmuş
Bursa’da derede balık avlamak isteyen bir çocuk, suların yükselmesi üzerine dere ortasındaki kayalıklarda mahsur kaldı. Onu kurtarmak için azgın suların içine atlayan arkadaşı da ölümden döndü.
Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunan Kirmasti deresinde avlanmanın yasak olduğu bir bölgede balık avlamaya giden Volkan A. isimli çocuk, deredeki su seviyesinin düşük olduğu günlerde su üzerinde kalan kayalıkların üzerine çıktı. Balık avladığı sırada suyu tutan regülatör kapaklarının açılmasıyla yükselen suların ortasında mahsur kalan Volkan A, bağırarak çevredeki vatandaşlar yardım istedi. Yardım çığlıklarını duyan vatandaşlar, hemen itfaiye ve emniyete haber verdi.
NEFESLER TUTULARAK İZLENDİ
Kurtarma ekiplerinin beklendiği sırada 2 vatandaş, küçük çocuğu kurtarmak için suya atladı. Fakat bu girişim de başarısız oldu. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri, uzun çabalar neticesinde mahsu kalan çocuğu kurtardı.
Aynı derede yaklaşık bir ay önce bir ilkokul öğrencisi boğularak hayatını kaybetmişti.
Cem Yılmaz’ın imza için peşinden koştuğu yıldız
20.09.2013 08:03 2,902 kez okunmuş
İngiliz şarkıcı Lisa Stansfield, BKM sahnesinde konser verdi. Aralarında Cem Yılmaz – Ahu Yağtu çifti, Zafer Alagöz ve Deniz Özerman’ın da bulunduğu ünlü isimler, sanatçıdan imza alabilmek için kulise koştu.
90′ların soul ve pop yıldızlarından Lisa Stansfield, BKM’deki konseriyle İstanbullulara unutulmaz bir müzik gecesi yaşattı. Türkiye’ye ilk kez gelen ünlü şarkıcı, ilerleyen yaşına rağmen enerjisi ve seyirciyle kurduğu iletişimle dikkat çekti. Kadife sesli şarkıcı, konserin açılışını ‘Can’t Dance’ ile yaptı.
Seyirciyi dansa davet etti
Seyirciye İngilizce olarak “Hoş geldiniz. Herkesi ayağa kalkmaya davet ediyorum, lütfen herkes dans etsin” diyerek seslendi. Stansfield’ı ön sıralarda Cem Yılmaz, Ahu Yağtu, Zafer Alagöz ve Deniz Özerman’ın da aralarında bulunduğu birçok ünlü isim izledi.
Kulise girerek sanatçı ile tanışma fırsatını bulan Cem Yılmaz, Ahu Yağtu, Deniz Özerman, Zafer Alagöz; Lisa Stansfield ile hatıra fotoğrafı da çektirmeyi ihmal etmedi. Yeni albümü ‘Seven’dan şarkılar da seslendiren Stansfield, ‘Never Never Gonna Give You Up’ ve ‘The Real Thing’ gibi klasikleriyle de geçmişe götürdü.
Star
mobilyaofisburo.com adresinden Sessizliğini heykelleri ile bozdu içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
‘The Final Countdown’ şarkısını pop rock marşlarından biri haline getiren, ‘Carrie’, ‘Superstitious’ gibi birbirinden ünlü şarkılarını da yine pop rock tarihinin ezberlenen hitleri arasına sokan İsveç’li ünlü grup, 2003 yılında tekrar bir araya geldiğinden beri, tüm dünyayı coşkuyla karşılanan konserleri ile turlamaya devam ediyor. Son olarak 2012 baharında “Bag of Bones” albümünü yayınlayan Europe, 28 Eylül Cumartesi akşamı Lifepark’ta olacak. Element ise konserin ön grubu olarak sahneye çıkacak.
Yeni eğitim ve öğretim yılı başlarken Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED) Başkan Yardımcısı Serhat İshak Baysan, ders kitaplarının fotokopi ile çoğaltılması konusunda veli, öğrenci ve okul yöneticilerini uyardı. “Fotokopi korsanlıktır” diyen Baysan, korsan kitap ve fotokopi korsanlığı ve buna yol açan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki boşluklarla iglili HT Gazete’nin sorularını yanıtladı
Ümran AVCI – AHT
Fotoğraf: Sinan Bilgenoğlu
- YAYFED olarak önce geçtiğimiz yıl korsan yayınları rakamlara dökerseniz neler söylersiniz?
2012′de de 10 milyon 432 bin liralık korsan kitap ele geçirildi. Ders kitaplarının fotokopisi ise bu rakamı defalarca katlıyor.
- Yeni eğitim öğretim yılıyla birlikte sıkıntılar artacak.
Sıkıntıların başında yıllardır süren çok ciddi bir mesele var; okullardaki fotokopi çılgınlığı. Hem üniversiteler, hem ortaöğretim, hem de ne yazık ki ilköğretim düzeyinde. Bu yakın zamana kadar biraz hoşgörüyle de karşılanan yahut imkansızlıklar nedeniyle “yapılacak bir şey yok” diye bakılan bir konuydu. Aslında artık adını çekinmeden söylemek gerekir ki fotokopi korsanlıktır. Korsanlık, yayıncılığın çok ciddi bir yarasıdır. Bunu kamu kurumları yaptı, eğitim kurumlarının yöneticileri tarafından da fiilen yapılması işin gerçeğini değiştirmiyor. Yani nitelikli suç örgütü kurup korsan yayıncılık yapan bir çete ile – kayıt dışı ekonomi içinde bu işi yapan kişilerle – okulda fotokopiyi bu şekilde destekleyip güçlendirip sürmesini sağlayan kamu görevlileri arasında yasalar karşısında hiçbir fark yok. Fark, bunu örtük bir şekilde zımmen desteklenmesinden geliyor. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki yetersizlikler nedeniyle bir takım sıkıntılar var. İşte o sıkıntılar sanki fotokopiyi haklı kılıyormuş gibi oluyor.
- Kitapların renkli fotokopilerini orijinalinden ayırmak güç. Korsan kitap baskınları gibi fotokopi baskınları da yapılıyor mu?
Elimizde meslek birliklerimizi avukatlarını okullara gönderip rahatlıkla okullarda fotokopi işlemlerini polisle tutanağa geçirtip, okul yöneticileri hakkında dava açılıp bu maddeleri uygulatma yetkimiz var. Korsana ilişkin baskınlar gibi fotokopi baskınlarında da ciddi yol alınıyor. Hani az önce fotokopinin kalitesinden bahsettiniz ya, baskın için gittiğimiz da fotokopicide toplam 110 bin başlıkta kitap hard disk’te hazırdı. Siz sadece gidin kitabın ismini verin yeter. Kitabı beraberinizde götürmenize bile gerek yok.
- Bunun yasal bir yaptırımı yok mu?
Bir kitaptan fotokopi çekip çoğaltmanın 2 yıldan 4 yıla kadar hapis ve 50 – 150 bin lira arası para cezası var ama uygulanamaz. Adalet sisteminde cezalar toplumda bir kabul gördüğünde, bir mantık zeminine oturduğunda uygulanabilir. Kim gidip dava açacak? Açıkçası biz de bundan uzak duruyoruz. Az önce söylediğim gibi fotokopici baskınları yapıyoruz. Fakat sivrisineklerle uğraşmak gibi bir olay. Önemli olan “fotokopi çekemezsiniz” deyip kestirip atmak değil. Bu bir şeye karşılık gelmiyor. Mesele fotokopinin makul, uluslararası kabul gören sınırlar içerisinde çekilebilmesi. Bir kitabın tümü değil, belli bölümün çekilmesidir mesele. Yargıtay’daki bir uzman hakimin verdiği bilgiye göre telif hakları davalarının sonuçlanması 12 yılı buluyor. Türkiye’de kim öle kim kala. Onun yerine karşı taraf genelde uzlaşma teklif ediyor. Biz de kabul ediyoruz. Uzlaşma rakamları 50 bin liradan başlıyor. Pastanın büyüklüğünü göstermesi açısından bu miktar önemli. Bir kalemde 50 bin liraları gözden çıkardıklarına göre siz rakamı hesaplayın. Diğer alanlardaki kayıt dışılık bir yana ama yayıncılıktaki kayıt dışılık kültürel sığlaşma yaratır. Gelecekleri karartan bir olaydır. Yazarlar, akademisyenler, araştırmacılar büyük bir amatör ruhla üretiyorlar ama nereye kadar? Emeklerinin hiçbir şekilde karşılığını alamayacakları bir ortam sürüp güçlenirse bu nereye gidebilir?
- Az önce sorunun Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki yetersizlikten kaynaklandığını söylediniz.
Kesinlikle. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu 1995′te ciddi bir şekilde yenilendi. 2002′de bir miktar yenilendi ama o tarihten bu yana üzerinde ciddi çalışmalar yapılmadı. İki yıl önce Avrupa Birliği (AB) fasıllardan birisi olan kültür maddesinin açılması sonucunda bu konu ciddi olarak gündeme geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı çok ciddi, gerçekten takdir edilmesi ve desteklenmesi gereken bir çalışma içine girdi. AB’nin ilgili birimleriyle de iletişim içinde gerçekten ihtiyaçlara cevap verebilecek, herkesi belli ölçüde tatmin edebilecek bir kriterde bir taslak hazırlandı. Hem elektronik yayıncılığa hem fotokopi çılgınlığına karşı gelecek lisanslama işlemine açık olan, yapılması gerekenleri belirleyen, onun alt yapısını kuran bir kanun taslağıydı. Bu taslağın geçen yasama yılında Meclis’e gideceğini, hızlı bir şekilde de çıkacağını umut ediyorduk. Genel bir oy birliği içinde Meclis’ten çıkacağını umduğumuz bir aşamada ne yazık ki Hükümet’teki değişiklikler nedeniyle konu geriye atıldı. Umudumuz yeni yasama yılı içinde konu hızlı bir şekilde bakanlık tarafından Başbakanlık’a iletilir, Başbakanlık da Meclis’e gönderir. Seçim atmosferine girmeden bu kanun çıkar ve biz de önümüzü dahi iyi görebiliriz.
mobilyaofisburo.com adresinden Burçlara göre parfüm önerileri içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Turizm cenneti Side, Rusya’da tanıtılacak
19.09.2013 18:58 531 kez okunmuş
Rus turizm seyahat acentesi, Side Antik Kent’in Moskova ve St.Peterburg’ta tanıtıma yönelik fotoğraflama çalışmasını tamamladı.
Rus Mobaly Turizm Seyahat Acentesi Genel Müdürü Katerina Baranov, Side’de kültür, tarih ve arkeoloji turizminin tanıtımına yönelik çalışmaları tamamladıklarını söyledi.
Antik kentte fotoğraflama çalışmasını Rus fotoğrafçı Natalia ve Rus turistlerle birlikte yaptıklarını belirten Baranov, çekimleri Apollon Tapınağı, Side Antik Tiyatro, Side Büyük Hamam, Athena Tapınağı, Tüke Tapınağı, Piskoposluk Sarayı, portikli yol, Bizans Hastanesi, Devlet Agorası, Side Müzesi, Seleukeia Antik Kent, Manavgat Şelalesi ile Side dışında Xanthos Antik Kent’te yaptıklarını kaydetti.
Baranov, ”Seyahat acentemiz kültür, tarih, arkeoloji ve inanç turizmine yönelik hizmet veriyor. Son 3 yıldır Rus turistlerin kültür turizmi kapsamında Side’ye ilgileri arttı. Müşteri yoğunluğunuz genelde Moskova ve St. Petesrburg’taki entelektüel turistler. Entelektüel turistler genelde Türkiye’deki tarihi ören yerlerine ilgi gösteriyor. Bu konuda Antalya sahil turizminde hem de kültür, tarih ve arkeoloji turizminde bir bütünü oluşturuyor.” dedi.
mobilyaofisburo.com adresinden ‘Fare çocuk’ içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın jüri başkanlığını yürüten Berlin Film Festivali Avrupa Film Pazarı Direktörü Beki Probst, Türk sinemasının yıllardan beri muazzam bir yükselme dalgası gösterdiğini ifade etti. Türk sinemasını yakından takip ettiğine işaret eden Probst, Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Reha Erdem gibi film yapımcılarının bu gelişmede büyük bir rolü olduğunu kaydetti.
Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin etkinliklerine katılan Probst, “Ben bunu Berlin’de de görüyorum. Berlin Marketi’ne gelenler her zaman gelip ‘Türk filmi olarak bize neyi tavsiye edersiniz?’ diye sorarlar. Film dünyasında modalar olur. Biri çıkar biri düşer. Bu ara Türk filmleri çok yüksekte.” dedi.
Türk sinemasının kendisine özgü bir tarzının bulunduğuna dikkat çeken Beki Probst, şöyle devam etti: “Yılmaz Güney bile dışarda aynı filmleri yapamadı. Çünkü ülkenin bir rolü; havası gürültüsü, her şeyi vardı. Ayrıca öyle bir film dünyasındayız ki… Amerikan filmlerine bakın, ne yapıyorlar? Buz Devri (İce Age Number); James Bond ayrı bir hikayedir. Durmadan seri yapıyorlar. Bu, yeni bir şey bulamadıkları anlamına geliyor. Hâlbuki benim gördüğüm, Türk sinemasında muazzam yenilikler oluyor. Yeni bir kuşak var. O kuşak iyi senaryo hazırlıyor. Bu çok mühim. Çünkü bir ara Türk filmlerinde böyle bir klişe vardı: Büyük anne kör, büyük baba topal olacak. Bu dönem geçti. Şimdi başka şeyler yapılıyor. (Benim Türkçem iyi değil) Her şey böyle köylerde, herkes hasta, yoksulluk içinde. Artık Türk sinemasına dışardan, artık egzotik bir sinema olarak bakılmıyor. Türk sineması artık dünyada yer almış. Kan Film, Berlin Film Festivali’nde yarışıyor. Ufak bir köşede kalmışlığı yok.”
Berlin Film Festivali’ne 80′in üstündeki filmle güçlü bir talep geldiğini anlatan Beki Probst, Türkiye’de prodüksiyonların ise büyüdüğünü belirtti. Her önüne gelenin film yapmaması hususuna dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Probst, “Ama yani büyük bir gelişme var. İstanbul Film, Antalya Altın Portakal, Altın Koza… Nisan ayında İstanbul, şimdi Adana’dayım. Yabancılar çok alakadar oluyor. Film bulmak istiyorlar. Herkes artık bu serilerden bıktı.” şeklinde konuştu. İstanbul’da ve Antalya’daki film festivallerinde de görev yaptığına değinen Beki Probst, Altın Koza’da bulunmaktan büyük bir şeref duyduğunu sözlerine ekledi.
Başkanlığını Berlin Film Festivali Avrupa Film Pazarı Direktörü Beki Probst’un yaptığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması jürisinde, Yönetmen Pelin Esmer, Yapımcı Türker Korkmaz, Görüntü Gönetmeni Özgür Eken, Oyuncular Melisa Sözen ve Yiğit Özşener ile müzisyen Cengiz Onural görev yapıyor.
ARAS: BU TÜR ETKİNLİKLER DEVAMLI YAPILMALI
Sinema oyuncusu Bulut Aras ise Altın Koza’nın ülkedeki Antalya Altın Portakal ile birlikte iki büyük film festivalinden birisi olduğunu söyledi. Aras, etkinliğin çok güzel bir şekilde açıldığını ve sinemanın ‘dört yapraklı yoncası’ Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın’ın önemli katkılarının olduğunu hatırlattı. Aras şöyle devam etti: “Bu tür etkinliklerin devamlı yapılmasında fayda var. Halkla daha çok bütünleşmenin yollarından bir tanesi. Maalesef ülkemizde bu tür organizasyonlar çok az. Yeni yeni bir takım şeyler yapılıyor.”
YEPREM: SİNEMA ADINA ALTIN KOZA VE ALTIN PORTAKAL ÖNEMLİ
Sanatçı Reha Yeprem ise Altın Koza’da 12 sinema filmin yarışacağına değindi. Türk sinemasını geliştirmek ve yaşatmak için 1960′lı yıllardan bu yana yapılan Altın Portakal ve Altın Koza’nın önemli çalışmalar olduğunu dile getiren Yeprem, Adana’da olmaktan mutluluk duyduğunun altını çizdi.
CİHAN
Bagok Dağı’nda yıldızların dansı
19.09.2013 14:00 274 kez okunmuş
Mardin’deki Bagok Dağı üzerinde gökyüzündeki görsel şölen kare kare objektife yansıdı. Kutup Yıldızı merkeze alınarak uzun pozlama tekniğiyle çekilen fotoğraflarda farklı görüntüler oluştu.
Mardin’in Nusaybin ile Midyat İlçesi arasında kalan, PKK’nın geçmiş yıllarda geçiş ve üslenme güzergahı olarakta kullanıp çeşitli eylemler yaptığı Bagok Dağı’nda 10 gün kalan DHA muhabiri, gökyüzündeki ‘yıldızların dansını’, ayın çeşitli evrelerini fotoğrafladı. İlkçağdan bu yana insanoğlunun yön bulmak için kullandığı ve bu nedenle de Türkçe’de ‘Demirkazık, Şimal Yıldızı, Kuzey Yıldızı’ isimleri verilen Kutup Yıldızı Küçükayı takım yıldızının en parlak yıldızı olduğu için gökyüzüne bakıldığında karıştırılması oldukça güç. Kutup Yıldızı, dünyanın ekseni ile neredeyse aynı doğrultuda yer aldığından her zaman kuzeyi gösteriyor.
Bagok Dağı’ndaki çeşitli mekanlarda Kutup yıldızı merkeze alınarak her biri 1-2 saatlik uzun pozlama sürüleriyle çekilen fotoğraflarda gökyüzünde yıldızlar, adeta dans eder gibi karelere yansıdı. Kutup Yıldızının etrafında geniş dairesel şekiller çizen yıldızlar zifiri karanlıkta gökyüzünün gizemli güzelliklerini sergiledi. Bagok Dağı eteklerindeki köylerde yer alan tarihi taş evler ve çeşitli mekanlarla birleşen yıldızların dansı muhteşem bir görüntü oluşturdu. Bagok Dağı’ndaki incir ağaçlarıyla aynı kareye yansıyan yarım ay batana kadar görsel şenlik oluşturdu.
Tarihe ”Wilson Prensipleri” olarak geçen ilkelerin mimarı olarak bilinen ABD’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson’ın hayatı film oluyor.
Filmin yapımcılığını üstlenecek olan Amerikalı ünlü yıldız Leonardo Di Caprio, aynı zamanda Başkan Wilson’ı canlandıracak.
Başkan Wilson’ın hayatı Scott Berg’in yazdığı ve geçen hafta piyasaya çıkan otobiyografi romanından beyaz perdeye uyarlanacak.
Akademisyen yönüyle bir dönem Princeton Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan ve 1911-1913 yıllarında da New Jersey eyaleti valiliğinde bulunan Wilson, 1913′ten 1921′e kadar ABD başkanlığı yapmıştı.
Nobel Barış Ödülü’ne 1919′da layık bulunan Wilson, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin ABD Kongresi’nin 8 Ocak 1918 tarihindeki oturumunda “Wilson Prensipleri” olarak bilinen ilkeleri açıklamıştı.
AA
GAZETE HABERTÜRK
3 ismi olanların veya uzun isimlerin daha karizmatik olduğu tezi çürütüldü.
Bir çöpçatanlık sitesinin 190 milyon kullanıcıyla yaptığı araştırmada erkeklerin de kadınların da kısa isimli kişileri daha seksi bulduğu ortaya çıktı.
Araştırmaya göre erkeklerin yüzde 79’u kısa adı olan veya kısaltılmış versiyonunu kullanan kadınları daha çekici buluyor; kadınlarda ise bu oran yüzde 69. 100 tanışmanın 72’sinde kısa isimlerin uzunlara göre daha çekici geldiğini belirten uzmanlar “Kısa isimler insanlara daha ulaşılabilir geliyor” dedi.
GAZETE HABERTÜRK
3 ismi olanların veya uzun isimlerin daha karizmatik olduğu tezi çürütüldü.
Bir çöpçatanlık sitesinin 190 milyon kullanıcıyla yaptığı araştırmada erkeklerin de kadınların da kısa isimli kişileri daha seksi bulduğu ortaya çıktı.
Araştırmaya göre erkeklerin yüzde 79’u kısa adı olan veya kısaltılmış versiyonunu kullanan kadınları daha çekici buluyor; kadınlarda ise bu oran yüzde 69. 100 tanışmanın 72’sinde kısa isimlerin uzunlara göre daha çekici geldiğini belirten uzmanlar “Kısa isimler insanlara daha ulaşılabilir geliyor” dedi.
Hastanede bu kadar da olmaz dedirten tesadüf!
19.09.2013 06:26 4,778 kez okunmuş
Bursa’nın İnegöl ilçesinde alacak verecek meselesi yüzünden çıkan kavgada 2 kişi yaralandı. Olay yerinden geçerken durdurularak yaralılardan birini hastaneye getiren 2 kişi, gerçeği öğrenince hastaneye getirdikleri yaralı şahsı tekme tokat dövdüler.
Alınan bilgiye göre, 19 yaşındaki Ş.A., mobilya atölyesinde alacağını vermedikleri iddiasıyla tartıştığı 19 yaşındaki F. D.’yi bıçakladı. F. D. hastaneye kaldırılırken, kavga sırasında kanlar içinde kalan Ş. A. da yoldan geçen bir otomobili durdurarak yardım istedi.
Yaralı Ş.A.’yi acil servise getiren 2 kişi, yaralı şahsın kardeşlerini bıçakladığını öğrenince Ş. A.’yı dövmeye başladı. Polis ve hastane güvenlik görevlilerinin müdahale ettiği olayda bıçaklanan gencin kardeşleri gözaltına alındı.Tedavi altına alınan yaralılar F.D. ve Ş.A.’nın sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenildi. Polis olayla ilgili soruşturma başlattı.
Taksim Meydanı’nda aylardan buyana devam eden yayalaştırma faaliyeti tamamlandı ve trafik yeraltından akmaya başladı…
Bazı yazarlarımız meydanın yeni hâlini görmüş ve beğenmemişler… “I-ıııh! Olmamış! Hoşuma gitmedi” diye yazıyorlar…
Şimdilik devâsâ bir beton zemini andıran meydanda süsleyip püsleme işine daha başlanmamış olmasını bir tarafa bırakalım… Düzenlemelerin ve rötuşların tamamlanmasından sonra ortaya neyin çıkmasını bekliyoruz ki? Trafik yeraltına indi diye Taksim sihirli bir değnek değmişcesine birdenbire şekil değiştirecek ve bir zarafet sembolü halini mi alacak?
Böyle birşeyi hiç hayal etmeyelim, olmaz! Baş köşeye birilerinin şimdi “cumhuriyetin sembolü” zannettiği “AKM” denen heyulâ konmuş ve bu mezbeleye eliniz bile sürülemez olmuşsa, meydanın iki tarafına 70′li senelerin ithal mimari modelleri ile inşa edilmiş oteller dikilmişse, girişlerden biri hâlâ hamburger panayırını andırıyorsa ve etrafı çevreleyen apartmandan barakaya kadar dünya kadar binanın herbirinin boyu birbirinden farklı ise o meydandan bir hayır bekleyemezsiniz. Zira, ucubeyi en güzel, hattâ en rüküş şekilde allayıp pullayıp süsledikten sonra ortalığa salsanız bile asıl vasfını, yani ucubeliğini değiştirmeniz mümkün değildir; sadece bakıldığında hissedilen ikrahı azaltmışsınızdır, o kadar…
YIKMADAN DÜZELMEZ!
Taksim Meydanı’nın son vaziyeti işte bundan ibarettir! Daha önce defalarca yazıp söylemiştim: Taksim sadece Türkiye’nin değil dünyanın en çirkin meydanlarından biridir ve dümdüz edilmeden, yani 18. asırdaki tamamen boş hâline getirilip yenibaştan yapılmadan birşeye benzemesi de mümkün değildir. Taksim’i kuşatan çirkinlikler orada öyle durduğu müddetçe yapılacak bütün değişiklikler sadece kısmî bir hoşluk verecek ama meydan Bektaşî’nin şarap hikâyesindeki gibi eski hâlinden mutlaka daha güzel olacaktır…
Dikkat ederseniz, imparatorluklara asırlar boyu başkentlik etmiş olan İstanbul’un meydanlarının diğer memleketlerdekilere göre mukayese edilemeyecek kadar ufak olduğunu görürsünüz. Zira hem meydanlarda biraraya gelmek gibi bir toplu eğlence kültürümüz yoktur, hem de gelmiş geçmiş bütün yönetimler kalabalıkların meydanlarda toplanmasını oldum olası istememiş ve izin vermemişlerdir…
“MEYDAN”, “KAN”I HATIRLATIR
“Meydan” demek bizde oralarda yaşanmış hoşlukların, güzelliklerin ve eğlencelerin değil, sadece kan ve gözyaşının hatırlanması demektir. Meselâ, “Taksim” dendiğinde hatırlara dünya kadar insanın can verdiği 1977′deki olaylar yahut 1969′daki “kanlı Pazar” gelir; “Bayezid” de 27 Mayıs öncesindeki kanlı gösterilerdir… Meydanların isimleri Osmanlı zamanında da hatırlara aynı şekilde hep kan ve gözyaşını getirmiş; vakti zamanında Aksaray taraflarında olan ama bugüne gelememesi için herşeyi yaptığımız “Etmeydanı” yeniçerilerin kazan kaldırmalarını, yani isyan etmelerini hatırlatmış ve Etmeydanı’nda başlayan ayaklanmalar “Atmeydanı”nda yani bugünün Sultanahmed’inde ihtilâle dönmüştür!
Dolayısı ile, allanıp pullanmasına henüz başlanmamış olan Taksim’in şimdiki vaziyeti bile eski hâline göre derli-topludur, meydanın suratı daha bakılabilir bir hal almıştır. Düzenlemeler tamamlanınca daha da bakılabilir olacaktır ama baştan aşağı elden geçirilmedikçe, meydanın suretindeki kerahetin zarafete dönmesi mümkün değildir.
Hababam Sınıfı Sergisine yoğun ilgi
18.09.2013 22:29 1,187 kez okunmuş
Adana’da 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında oluşturulan ‘Hababam Sınıfı Heykel, Afiş, Karikatür ve Set Fotoğrafları Sergisi, Büyükşehir Belediyesi 75. Yıl Sanat Galerisi’nde açıldı.
Yazar Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan filmde rol alan Münir Özkul, Ayşen Gruda, Adile Naşit, Kemal Sunal ile Şener Şen’in balmumu heykellerinin yer aldığı serginin açılışı yoğun ilgi gördü.
Bugüne kadar defalarca izlenerek Türk halkının hafızasına kazınan Hababam Sınıfı filminin oyuncuları Ahmet Arıman, Dilaver Gür, Ercan Gezmiş, Tuncay Akça, Tayfun Akalın, Cafer Dere, Dinçer Çetindamar, Teoman Ayık, Mehmet Çatay ve Faruk Şavlı’nın da hazır bulunduğu açılışa kitabın yazarı Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz, Etem Çalışkan, Turan Selçuk’un kızı Aslı Selçuk ile çok sayıda davetli de katıldı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Zihni Aldırmaz, Hababam Sınıfı’nın öğretmenlik mesleğini canlandıran önemli bir film olduğunu kaydetti.
Filmin nasıl çekildiği konusunda bilgi veren Aldırmaz, Tepebağ Mahallesi’ndeki Sinema Müzesi’nin yanındaki tarihi binanın restore edilip, Hababam Sınıfı Müzesi olarak düzenleneceğini hatırlattı.
Oyunculardan Tuncay Akça, Hababam Sınıfı’nın İstanbul’da çekildiği yerde bazı kişilerin afişlerine bile tahammül etmediğini belirterek, “Bize söz verdiler, biz burada güzel bir sınıf açacağız, dediler. Ne yazık ki bu sınıfı halen yapmadı. Bu sınıfı Adana Büyükşehir Belediyesi onlardan daha evvel yaptı. Hababam’ın çekildiği yerler daha uzakta. Ama herkese çok değer veren Belediye Başkanı’na teşekkür ediyorum. Çok güzel bir şey, burada mutlu olduk.” dedi.
Konuşmalardan sonra Zihni Aldırmaz, oyunculara günün anısına plaket takdim etti. Daha sonra oluşturulan hazırlanan sınıfta sıralara oturan oyuncular, o günleri tekrar canlandırdı. Hayranları ise sanatçılarla ve bal mumu heykellerle bol bol fotoğraf çektirdi.
Hababam Sınıfı Sergisine yoğun ilgi
18.09.2013 22:29 1,187 kez okunmuş
Adana’da 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında oluşturulan ‘Hababam Sınıfı Heykel, Afiş, Karikatür ve Set Fotoğrafları Sergisi, Büyükşehir Belediyesi 75. Yıl Sanat Galerisi’nde açıldı.
Yazar Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan filmde rol alan Münir Özkul, Ayşen Gruda, Adile Naşit, Kemal Sunal ile Şener Şen’in balmumu heykellerinin yer aldığı serginin açılışı yoğun ilgi gördü.
Bugüne kadar defalarca izlenerek Türk halkının hafızasına kazınan Hababam Sınıfı filminin oyuncuları Ahmet Arıman, Dilaver Gür, Ercan Gezmiş, Tuncay Akça, Tayfun Akalın, Cafer Dere, Dinçer Çetindamar, Teoman Ayık, Mehmet Çatay ve Faruk Şavlı’nın da hazır bulunduğu açılışa kitabın yazarı Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz, Etem Çalışkan, Turan Selçuk’un kızı Aslı Selçuk ile çok sayıda davetli de katıldı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Zihni Aldırmaz, Hababam Sınıfı’nın öğretmenlik mesleğini canlandıran önemli bir film olduğunu kaydetti.
Filmin nasıl çekildiği konusunda bilgi veren Aldırmaz, Tepebağ Mahallesi’ndeki Sinema Müzesi’nin yanındaki tarihi binanın restore edilip, Hababam Sınıfı Müzesi olarak düzenleneceğini hatırlattı.
Oyunculardan Tuncay Akça, Hababam Sınıfı’nın İstanbul’da çekildiği yerde bazı kişilerin afişlerine bile tahammül etmediğini belirterek, “Bize söz verdiler, biz burada güzel bir sınıf açacağız, dediler. Ne yazık ki bu sınıfı halen yapmadı. Bu sınıfı Adana Büyükşehir Belediyesi onlardan daha evvel yaptı. Hababam’ın çekildiği yerler daha uzakta. Ama herkese çok değer veren Belediye Başkanı’na teşekkür ediyorum. Çok güzel bir şey, burada mutlu olduk.” dedi.
Konuşmalardan sonra Zihni Aldırmaz, oyunculara günün anısına plaket takdim etti. Daha sonra oluşturulan hazırlanan sınıfta sıralara oturan oyuncular, o günleri tekrar canlandırdı. Hayranları ise sanatçılarla ve bal mumu heykellerle bol bol fotoğraf çektirdi.
ABD’de yaşayan binlerce Meksikalının katıldığı Kurtuluş Günü Töreni renkli görüntülere sahne oldu. ABD’de yaşayan Meksikalılar, 1810 yılında Meksika’da kraliyet ailesine karşı yaşanan halk ayaklanmasının yıl dönümünü, New York sokaklarında düzenledikleri geçit töreniyle kutladı. Manhattan’daki Madison Caddesi’nde gerçekleştirilen törene katılan dans grupları, renkli kostümleriyle Meksika folkloründen örnekler sundu. Amerikalılar ve kentteki turistler tarafından ilgiyle izlenen geçit töreninde modifiye edilmiş otomobillerin gösterilere de ilgiyle izlendi.Yaklaşık 4 saat süren geçit töreninde çok sayıda New York polisi çevre güvenliği sağladı.
AA
mobilyaofisburo.com adresinden Bu kuşlar ne anlatmaya çalışıyor? içeriğine bakıyorsunuz. Lütfen sitemizi takibe devam ediniz!
Çiğköfteyi Çinlilere suşi usulü sevdirdi
18.09.2013 19:02 484 kez okunmuş
Türkiye’de gıda sektörünün son yıllardaki yükselen yıldızı çiğköfte sınırları aştı.
Şangay’daki gıda fuarına katılan Oses markası suşi şeklindeki sunumuyla büyük beğeni kazandı. Firma yaklaşık 500 bin dolar yatırımla Çin’e fabrika kurdu. Oses Yönetim Kurulu Başkanı Osman Yaşar,”Hedefimiz Almanya ile Çin’in ardından Hong Kong ve Japonya’da da şubeler açmak” dedi.
Türkiye’nin 440 şubesiyle en büyük 5. Franchise şirketi olan Oses, son yılların en gözde yiyeceği olan çiğköfteyi Uzakdoğu’ya taşımaya hazırlanıyor. Mart ayında Şangay’da düzenlenen ve Türkiye’nin onur konuğu olduğu Uluslararası Gıda Fuarı’na katılan Oses, yoğun ilgi gördü. Çiğköfteyi Çinlilerle buluşturan firma, suşi şeklindeki sunumuyla büyük beğeni kazandı. Çin’deki talep karşısında firma, Türklerin bu lezzetiniyerinde üretimle Uzakdoğu’ya götürme kararı aldı.
12-15 Eylül tarihlerinde İstanbul Fuar Merkezi’nde ‘Bayim Olur Musun’ fuarında Ortadoğu ve Uzakdoğulu gıda devlerinin yoğun ilgisiyle karşılaşan Oses Yönetim Kurulu Başkanı Osman Yaşar, “Şangay’da klasik ikram yönteminin dışına çıktık ve suşi şeklinde sunum yaptık. Tadını çok beğendiler ve talepler oldu. Ülkede bayilik olsun istediler. Fabrika açmaya karar verdik. Fabrikamız Ekim ayında üretime başlayacak. 2 şubemiz olacak. Bunun yanı sıra Türklere ait tam 36 restorantın menüsüne girecek.” şeklinde konuştu. 5 yıl önce büyük bir fast food markasına rakip olacağını belirterek yola çıktığını kaydeden Osman Yaşar, “O gün bu iddiamı duyanlar bana gülüyorlardı. Bugün ise 440 şubemizle, Almanya ve Çin’deki fabrikamızlagurur dolu bir başarının sahibiyiz.” dedi.
Oses Çiğköfte İş Geliştirme ve Pazarlama Direktörü Abdülkerim Çağlayan ise hedeflerinin Çin’de 2014 sonuna kadar 50 şube açmak olduğunu ifade etti. Abdülkerim Çağlayan, “Almanya ve Çin fabrikalarının ardından Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir fabrika açacağız. Talep görmemizin en büyük nedeni vejeteryan olması. Çiğköfte, özellikle Çin’de et, tavuk ve balığa alternatif olması bakımından büyük ilgi gördü.” diye belirtti.
Yürüyerek dünyayı dolaşıyorlar
18.09.2013 14:12 0 kez okunmuş
Polonya’dan Türkiye’ye gelen Zuzanna Goslawska (23), yedi yıldır birlikte olduğu arkadaşı Alman vatandaşı Yohannes Aleksander (27) ile birlikte yürüyerek dünyayı gezmeyi hedefliyor.
Polonya’dan Türkiye’ye gelen Zuzanna Goslawska (23), yedi yıldır birlikte olduğu arkadaşı Alman vatandaşı Yohannes Aleksander (27) ile birlikte yürüyerek dünyayı gezmeyi hedefliyor.Türkiye’ye gelen çift, İstanbul’da başladıkları Türkiye macerasında aylardır yürüyerek Kastamonu’ya ulaştı. Zuzanna Goslawska, Kastamonu’nun Cide ilçesinde Soğuksu mevkiine geldiklerini belirterek, arkadaşıyla birlikte yürüyerek dünyayı gezmeyi planladıklarını söyledi. Goslawska, daha önce Kanada’yı gezdiklerini belirterek şöyle konuştu: “Orada hiç araba yoktu. Biz Romanya’da buluştuk. Romanya’dan Türkiye’ye kadar otostop yaptık. Bütün Türkiye’ye görmek istiyoruz. İlk olarak İstanbul’a gittik. Buradan Çanakkale’ye, Eskişehir’e, Adana’ya, Mardin’e kadar oradan Van’a kadar gezdik. Nemrut Gölüne gelip buraları gezdik. Daha sonra Karadeniz’e geldik. Burada arkadaşlarımız vardı onlarda buluştuk. Bizim kendimize ait bir aracımız yok. Ülkeler arasında çok uzak olan yerlere otostop yapıyoruz. Onun dışında hep yürüyoruz. Otostop yaparken ilginç insanlarla tanışıyoruz. Araba bulamadığımız yerler oluyor. Buraları hep yürüyoruz. Biz yürümeyi çok seviyoruz.”
MARDİN ŞEHRİ İLGİMİZİ ÇEKTİ
Türkçeyi çok iyi konuşamadığını ifade eden Goslawska, “Polonya’da Türkoloji okuyoruz. Henüz 1′inci sınıftayım. İnşallah daha sonra Türkçeyi daha iyi öğreneceğim. Türkiye’nin hemen hemen her yerini yürüyerek gezdik. Gezdiğimiz yerlerde Mardin bizim çok ilgimizi çekti. Çünkü Mardin’in kültürü çok fazla, buradaki herkes farklı oluyor. Ayrıca, burada herkes kardeş gibi, bu yüzden Mardin bize çok ilginç geldi” diye konuştu.
KARADENİZ’E AŞIK OLDUK
Karadeniz ile Kastamonu’yu çok beğendiklerini anlatan Zuzanna Goslawska, büyükşehirlere gitmek istemediklerini söyledi. Doğada çok vakit geçirmeyi sevdiklerini anlatan Goslawska, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu yüzden Karadeniz’in manzarasına ve Kastamonu’ya aşık olduk. Ben ressamlıkta yapıyorum. Güzel Sanatlar Okulunda okuyorum. Fotoğraf makinem bozuldu. Bu yüzden hafızama alıyorum. Ülkeme gittiğimiz zaman çizeceğim”
Goslawska, Kastamonu gezisinden sonra Karadeniz sahili boyunca yürüyeceklerini belirterek, kendilerinin turist olmadığını yolcu olduklarını söyledi.
İstanbul’un ‘EN’leri
17.09.2013 17:19 344 kez okunmuş
En eski yapıdan en büyük saraya, en uzun caddeden en eski metroya İstanbul’un dünyaya meydan okuyan ‘EN’leri…
İSTANBUL’UN ‘EN’LERİ İÇİN TIKLAYIN!
İstanbul’da, yeni eğitim yılının ilk gününde servis araçlarının trafiğe dahil olmasıyla yoğunluk yaşanıyor.
HABERİN GÖRÜNTÜSÜNÜ İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ…
2013-2014 eğitim öğretim yılı bugün başlıyor. 2 milyon 700 bin öğrencinin ders başı yapacağı İstanbul’da yaklaşık 15 bin araç trafiğe katılıyor. Yeni eğitim-öğretim yılı İstanbul’da yoğun trafiği de beraberinde getirdi. E-5 ve D-100 Karayolu’nda trafik yer yer durma noktasına gelirken, köprü girişlerinde yoğunluk yaşanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı önlemler çerçevesinde tüm toplu taşıma araçları eğitim yılının ilk gününde ücretsiz hizmet veriyor.
BAHÇELİEVLER-İNCİRLİ: D-100 Karayolu İncirli Mevkiinde trafik yoğunluğu yaşanıyor. Araçlar dur-kalk yaparak ilerleyebiliyor.
OKMEYDANI: D-100 Karayolu’nda trafiğin çift yönlü olarak açık olduğu görüldü.
BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ: Avrupa geçişinde akıcı Anadolu geçişinde ise açık bir trafiğin olduğu görüldü.
TOPLU TAŞIMALAR TIKLIM TIKLIM DOLDU
İstanbul’da okulun ilk gününde trafiğin önüne geçmek için toplu taşıma araçları ücretsiz hizmet verirken, ana arterlerde yine trafik yoğunluğu oluştu.
İETT, halk otobüsleri, şehir hatları, tramvay, metrobüs, metro, hafif tramvaylar sabah 06.00′dan itibaren ücretsiz hizmet vermeye başladı. Ancak toplu taşıma araçlarının ücretsiz olmasına rağmen vatandaşlar bireysel araçları trafiğe çıkınca yoğunluk yaşandı. 15 bin servis aracının da trafiğe dahil olduğu İstanbul’da ana arterlerde yer yer trafik durma noktasına geldi.
Ücretsiz olan toplu taşıma araçlarından faydalanmak isteyen vatandaşlar ise duraklarda yoğunluk oluşturdu. Metrobüs ve otobüs durakları ile vapur iskeleleri tıklım tıklım doldu.
17 MİLYON ÖĞRENCİ DERS BAŞI YAPTI
2013 – 2014 eğitim – öğretim yılı bugün başladı. Yaklaşık 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen ders başı yaptı.
İlkokul birinci sınıf ve anaokulu öğrencilerinin bir hafta önce uyum eğitimiyle başladığı 2013-2014 Eğitim-Öğretim Yılı için ilk ders zili bugün çaldı. Yaklaşık 3 aylık aradan sonra 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen ders başı yaptı.
İstanbul’da, yeni eğitim yılının ilk gününde servis araçlarının trafiğe dahil olmasıyla yoğunluk yaşanıyor.
HABERİN GÖRÜNTÜSÜNÜ İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ…
2013-2014 eğitim öğretim yılı bugün başlıyor. 2 milyon 700 bin öğrencinin ders başı yapacağı İstanbul’da yaklaşık 15 bin araç trafiğe katılıyor. Yeni eğitim-öğretim yılı İstanbul’da yoğun trafiği de beraberinde getirdi. E-5 ve D-100 Karayolu’nda trafik yer yer durma noktasına gelirken, köprü girişlerinde yoğunluk yaşanıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı önlemler çerçevesinde tüm toplu taşıma araçları eğitim yılının ilk gününde ücretsiz hizmet veriyor.
BAHÇELİEVLER-İNCİRLİ: D-100 Karayolu İncirli Mevkiinde trafik yoğunluğu yaşanıyor. Araçlar dur-kalk yaparak ilerleyebiliyor.
OKMEYDANI: D-100 Karayolu’nda trafiğin çift yönlü olarak açık olduğu görüldü.
BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ: Avrupa geçişinde akıcı Anadolu geçişinde ise açık bir trafiğin olduğu görüldü.
TOPLU TAŞIMALAR TIKLIM TIKLIM DOLDU
İstanbul’da okulun ilk gününde trafiğin önüne geçmek için toplu taşıma araçları ücretsiz hizmet verirken, ana arterlerde yine trafik yoğunluğu oluştu.
İETT, halk otobüsleri, şehir hatları, tramvay, metrobüs, metro, hafif tramvaylar sabah 06.00′dan itibaren ücretsiz hizmet vermeye başladı. Ancak toplu taşıma araçlarının ücretsiz olmasına rağmen vatandaşlar bireysel araçları trafiğe çıkınca yoğunluk yaşandı. 15 bin servis aracının da trafiğe dahil olduğu İstanbul’da ana arterlerde yer yer trafik durma noktasına geldi.
Ücretsiz olan toplu taşıma araçlarından faydalanmak isteyen vatandaşlar ise duraklarda yoğunluk oluşturdu. Metrobüs ve otobüs durakları ile vapur iskeleleri tıklım tıklım doldu.
17 MİLYON ÖĞRENCİ DERS BAŞI YAPTI
2013 – 2014 eğitim – öğretim yılı bugün başladı. Yaklaşık 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen ders başı yaptı.
İlkokul birinci sınıf ve anaokulu öğrencilerinin bir hafta önce uyum eğitimiyle başladığı 2013-2014 Eğitim-Öğretim Yılı için ilk ders zili bugün çaldı. Yaklaşık 3 aylık aradan sonra 17 milyon öğrenci ve 800 bin öğretmen ders başı yaptı.
Tam 5 karısı 24 çocuğu var!
17.09.2013 17:48 3,570 kez okunmuş
ABD’de bir televizyon programına konu olan Brady Williams’ın 5 eşi, 24 de çocuğu var. Utah’ta tüm eşleri ve çocuklarıyla aynı evde yaşayan Brady Williams ilk karısıyla 21 yıldır evli.
İkinci eşiyle 20 yılı deviren Williams, son, yani 5. eşiyle de 12 yıldır “mutlu” olduğunu söylediği bir hayat yaşıyor.
Hepsine eşit derecede vakit ayırmaya çalıştığını söyleyen Williams, her akşam bir başka karısıyla aynı yatağı paylaşıyor. Eşlerinin birbirini sevdiğini söyleyen ABD’li Williams kardeşinin yanında proje müdür olarak çalışıyor. Brady’nin aynı zamanda psikoloji diploması var.
Zaman zaman birbirlerini kıskandıklarını söyleyen Williams’ın 3. eşi Robyn, diğer kadınlara ve kendisine Noel’de, üzerinde Brady Williams’ın görüntüsü olan ve onunla aynı boyda yastık yaptığını ifade etti. Robyn, “Yastıkların her birinde 5′imizden birinin adı yazıyor yani onun bizimle olmadığı akşamlarda bu yastığa sarılıp uyuyoruz” dedi.
Brady’nin çocukları 2 ile 20 yaşları arasında…
Gülsün Karamustafa, “Vadedilmiş Bir Sergi” ile SALT Beyoğlu ve SALT Galata’da sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçının bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı sergisi, daha önce Türkiye’de görülmemiş işlerine de yer veriyor. Son yıllarda yurtdışı çalışmalarına ağırlık veren Karamustafa, Türkiye’nin çağdaş sanatta ön sıralardaki ülkelerden biri olduğunu düşünüyor
Hülya KÜPÇÜOĞLU-HT GAZETE/ KÜLTÜR SANAT
Bu serginizde, Türkiye’de daha önce sergilenmemiş işlerinizden örnekler var. Daha önce görülmüş ve görülmemiş işlerinizin buluşması, size neler hissettiriyor?
Ben de işlerimi bu kapsamda bir arada görmemiştim. Bu yeni durum kendi içlerinde de yeni bir okumaya neden olacağı için beni etkiliyor. Onları yan yana gördüğümde yeni bir beraberlik oluşturduklarını gördüm. İzleyici bu sunumu yorumladığı zaman geri dönüşü benim için önemli bir veri olacak. Onun için bundan çok memnunum.
Serginizde farklı yıllara ait işlerin birlikteliği ne gibi yeni anlamlar, yeni okumalar getiriyor?
Mesela 1980′lerde yaptığım işlerle 2000 sonrası yaptığım işler bir araya geldiğinde ve bunlarında yanına 2013′te yeni ve daha önce görülmemiş bir işi yan yana koyduğumda, bunların aslında bir diyaloga sahip olduğunu görmek beni şaşırttı. Bu bir tema veya meselelerin yaklaşık tekrarı değil. Tamamen birbirinden ayrı içerikteki işler dahi olsa, bu yan yana gelişlerinde yepyeni bir buluşma oluşuyor. Belki de bugüne kadar sergi için düşündüğümüz ve başarabildiğimiz nokta da budur. Çünkü bu sergiyi yaparken serginin küratörleri Merve Elveren ve Duygu Demir’le birlikte pek çok bağlamda düşünce ürettik. Bu üretilen düşüncelerin içinde çok klasik olan tarihsel bir yaklaşım vardı ki, bundan kaçındık. İkincisi birbirine çok benzer işlerin bir araya gelmesiyle bir kurgu oluşturulabilirdi, bundan da kaçındık. Dolayısıyla uyguladığımız kurguyu “sarmal” olarak adlandırdık.
Genel olarak işlerinizde “göç” olgusu var. Bugün göç olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
Kendi çevremizde gözlemlediğimiz göç, en şiddetli şekilde 70′lerin sonu ve 1980′lerde yaşandı. O çok büyük bir çalkantıydı ve tüm yerleşik değerler değişmek zorunda kaldı. Uzun süre yeni değerlere karşı bir mücadele verildi. Bu mücadele kendine has bir geçiş oluşturarak yerleşmeyi başardı. Dolayısıyla o dönem aslında en şiddetli yaşanan dönemdir. Bugün baktığımızda, yeni savaşları ve göçün temel meselelerini düşündüğümüzde, durumun değiştiğini görüyoruz. Mesela Avrupa, bugün göç için ne kadar cazip? İnsanların bulundukları koşullardan kaçma olgusuyla mı göç ettiklerini düşünmemiz gerekiyor? Ortadoğu bugün çalkalanıyor, savaştan kaçanlar ne yapsın? Tüm bunlar yeni göç durumları doğuruyor. Afrika’daki insanların, küçük botlarla bir yerden bir yere geçerken öldüklerini her gün duyuyoruz. Göç devam ediyor ama belki biçim değiştirdi. Ve belki 1980′lerde yaşandığı gibi köyden kente doğru bir yoğunluk yaşanmıyor, ki bu durum sadece Türkiye’de yaşanmadı, Meksika, Mısır gibi ülkelerin büyük şehirlerinde şiddetle yaşandı, belki onlardan daha değişik nitelikler taşıyor ama devam eden bir şey olarak hayatımızda varlığını sürdürüyor.
Arabesk kültür 1950′li yıllar sürecinde başlıyor ama 1970′ler ve 80′lerde yükseliyor. Bu süreç sizin işlerinize de yansıdı. Siz arabesk kültüre nasıl bakıyor ve nasıl tanımlıyorsunuz?
Arabesk kültürü benim dönemimde kendi çevremin içinde dahi şiddetle yadsıyanlar, tehlikeli görenler vardı. Hala da belki aynı tehlikeyi orada görmekteler. Etrafımdaki olan bitene yabancılaşmadan bakma ihtiyacını duyuyordum. Ve o ihtiyaç belki de beni arabesk olgusuna daha yakından bakmama sebep oluyordu. Etrafımda yaşanana ilgisiz kalamazdım. Ama aynı zamanda çok da tehlikeli bir işle uğraşıyordum sanatçı olarak. Çünkü “kitsch”le uğraşmanın bir tehlikesi vardır sanatçı açısından. Eğer kendini kaptırırsan sen de “kitsch”leşmeye başlarsın. Ve mesafeni kaybedersen bir benzerini gerçekleştirirsin. O dönemlerde kendimi o tuzaktan korumaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Son yıllarda yurt dışı çalışmalarınıza ağırlık verdiniz. Yurt dışında bulunduğunuz bu süreçte Türkiye çağdaş sanatını nasıl gördünüz?
Türkiye çağdaş sanatı şu anda iyi durumda.Tanınıyor, biliniyor ve özellikle genç sanatçıların yeni üretimi ve katkıları bir hayli önemli. Eskiden olduğu gibi tecrit edilmiş bir konumda değiliz. Sanıyorum herhangi bir dünya ülkesi gibi, sıralama gerekirse biraz da ön sıralarda bir ülke olarak sanata devam ediyoruz.
90′LARDA MERKEZ VE ÇEVRE YER DEĞİŞTİRDİ
Sergide kendi kişisel tarihinizle ilgili işler de yer alıyor. Kendi bireysel hareketliliğinizi toplumsal bellek içerisinde nasıl tanımlıyor ya da konumlandırıyorsunuz?
Sanatçı olarak 1990′dan sonra çok fazla hareket halinde olmaya başladım. Çünkü o dönemde tüm dünya sanatçıları buna benzer hayatlar sürüyordu. 1989′da Berlin duvarının yıkılması ve Sovyet rejiminin dağılmasıyla birlikte o güne kadar hayatın bir parçası olan olan “Demirperde” yırtıldı. Bir sürü kavram değişti. Paradigmalar yer değiştirdi. Bu dönemde çok şey değişti. Sanatta merkez ve çevre yer değiştirdi. Bugüne kadar tanımlanan New York, Paris, Londra ekseninden kayıp giden sanat alanında, periferi diye tanımlanan ülkelerin sanatçılarına da açılarak, yeni bir alan oluştu. Bu alanın içinde ben de benim gibi diğer dünya sanatçıları da çok hareket ettik. Bu hareketlilik aslında önemliydi. Çünkü sanat algısı değişiyordu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. O dönemde sanatçıların bir çeşit göçebeliğinden söz edilebilir, bu da aslında doğrudur. Bizler birer göçebe gibi dolaşıp çalışıyorduk. Ama bugün o hareketliliğin o dönemdeki kadar yoğun olmadığını biliyorum. Ve o hareketliliğin daha farklı bir yöne doğru kaydığını biliyorum. Ama bu da kaçınılmaz bir durumdur. Sanat pazarının konunun içine dahil olduğunu bir takım şeylerin olgunlaşma dönemine girdiğini görüyorum. Bu da kaçınılmaz sonuçlardan biridir.
Yunanlılara inat Padişah tazısı Sivas’ta yetişecek
17.09.2013 13:52 177 kez okunmuş
Sivaslı bir hayvansever, Yunanistan’ın sahip çıktığı ve Anadolu’taki soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan Türk tazısının üretilmesine katkı sağlayacak.
Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın avlarında kullandığı bilinen Türk tazıları, Köpek Irkları ve Bilimleri Federasyonu’nun (KIF) girişimleriyle koruma altına alınacak.
Hayvansever Ali Polat (30), Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın avlarında kullandığı, Osmanlı minyatürlerine konu olan Türk tazısına Yunanistan’ın sahip çıktığını belirtti. Polat, tazıların yüksek bedellerle Türk avcılara satıldığını söyleyen Polat, bu tazılardan Sivas’ta sadece iki tane olduğunu ve birinin ise hala yakalanamadığını kaydetti.
“BABASI KAZADA ÖLÜNCE, ANNESİ DAĞA KAÇTI”
Çiftliğinde beslediği ve kartopu ismini verdiği 10 aylık tazısının başından geçenleri de anlatan Polat, “Bu tazı birkaç aylıkken babası trafik kazasında yaşamını yitirdi. Annesi ise kazanın ardından kaçıp gitti. En son Kümbet mevkiinde görüldü. Belediyemize soyu tükenmekte olan bu tazının yakalanması için bilgi verdik ancak hala yakalanmadı. Araştırdığımız kadarıyla Sivas’ta bu ırklardan sadece iki tane var. Biri dağa kaçan anne diğeri ise 10 aylık Kartopu.” şeklinde konuştu.
“NESLİ DEVAM ETMELİ”
Türk tazılarının düz arazilerde hızlı koşarak tavşan veya tilkiyi yakalamak için yetiştirildiğini ancak bugün soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını da vurgulayan Polat, şöyle devam etti: “Türk tazıları ince bele, derin bir göğse, küçük bir kafaya, uzun bacaklara ve kuyruğa sahip. Bu hayvanlar koşmak için yaratılmış. Çok hızlılar. Avını gördüğünde yerinde duramıyor. Yakalamadan da kesinlikle dönmüyor. Ayrıca sahibine çok sadık bir hayvan. Bu tür hayvanlar İngiltere, Amerika, Fransa ve İsviçre’de büyük paraların döndüğü koşu yarışlarında kullanılıyor. Ülkemizde ise sahip çıkılmadığı soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.”
“TÜRK IRKLARINA YUNANLAR SAHİP ÇIKTI”
Ege bölgesine ait Zaar ırkı tazılara Yunanistan’ın sahip çıktığını ve ‘Kopay’ ismini vererek Türkiye’deki avcılara fahiş fiyatlara sattığını öne süren Polat, “Bu ırklar zaten ülkemize ait. Ancak bir şekilde Yunanistan’a götürülmüş ve üretilmiş olan bu tazılar tekrar ülkemize satılıyor. Sahip çıkmadığımız için safkan Türk ırkı tazılarımız maalesef Yunanistan’ın elinde. Biz ise bugün bunların soyunu korumaya çalışıyoruz. Çatal burnu, Türk tazısı ve Zaar olmak üzere 3 adet tazı türü var ve tamamının da soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.” ifadelerini kullandı. Polat, yetkililerin bir an önce bu hayvanlara sahip çıkması gerektiğini vurguladı.
Ali Polat çiftliğinde beslediği 10 aylık Kartopu ismini verdiği Türk tazısını kendi imkânlarıyla çoğaltmayı planladığını sözlerine ekledi.
HT İSTANBUL
Bağcılar’da okula yeni başlayan çocuklar için ‘Okula Merhaba Şenliği’ düzenlendi. 1 hafta süren şenliklerde ilköğretim okulu öğrencilerinin okula alışması için palyaço gösterileri düzenlendi.
Bağcılar Belediyesi, ‘Kitaplar Devletten, Kırtasiye Belediyeden’ projesi kapsamında okula yeni başlayan maddi durumu iyi olmayan öğrencilerin kırtasiye malzemelerini de karşıladı. Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı, “İlçemizde 200 bin öğrenci eğitim görüyor. Onlar başarılı oldukça, bizler daha çok hizmet etmek için çalışıyoruz” dedi.
HT İSTANBUL
Bağcılar’da okula yeni başlayan çocuklar için ‘Okula Merhaba Şenliği’ düzenlendi. 1 hafta süren şenliklerde ilköğretim okulu öğrencilerinin okula alışması için palyaço gösterileri düzenlendi.
Bağcılar Belediyesi, ‘Kitaplar Devletten, Kırtasiye Belediyeden’ projesi kapsamında okula yeni başlayan maddi durumu iyi olmayan öğrencilerin kırtasiye malzemelerini de karşıladı. Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı, “İlçemizde 200 bin öğrenci eğitim görüyor. Onlar başarılı oldukça, bizler daha çok hizmet etmek için çalışıyoruz” dedi.
BETÜL MEMİŞ
memisbetul@gmail.com
“13 Kasım 1939. Bu gün bayram. Böyle günlerde insanlara karşı kinim daha ziyade artıyor. Dünyadan yavaş yavaş çekiliyorum artık. Buradakilerle arama bir yabancılık girdi, ben daha ziyade öbür tarafa ait oluyorum. Arkamda bırakacağım şeylerin hiçbiri bana ölümü korkunç gösterecek kadar mühim değil. Bütün bağlarımdan o kadar temiz sıyrıldım ki… Sade anam! Bazen ona çok acıyorum. Beni bir parça daha karşısında görebilmek için çırpınıyor, didiniyor. Sanki Azrail’le yarışacakmış… Buradakiler canımı çok yaktılar. Belki oradakiler daha insaflı çıkar. Hani ya nerede? Neredesin? İnsaniyetin adil davulu. Biraz da benim kapımda çalsana. Sesini biraz da ben duyayım. Ama dur, senden intikamı iyi alacağım. Öldükten sonra da benimle uğraşamazsın ya. Orada maddiyet yok hakikat var. Kalp yok ruh var. Orada ben hakimim. Biz… biz ölüler… Etsiz kemikler. Orada da benimle uğraşmayacaksın ya. Sen dünya denen o iğneli fıçıda yaşamaya mahkumsun. O iğneli fıçıda ki benim kilolarla kanımı emdiler. Haydi Allah’a ısmarladık, görüşürüz.”
1900’LERDE KADIN VE OYUNCU OLMAK
‘Dünyadan yavaş yavaş çekiliyorum…’ Bir insan, nasıl böyle derinden tanımlayabilir ki ömür sürecinin demini ve üstüne kaç tane ‘kaderdir, geçer’ cümleleri kurup da susabilir! 1900’lerin hayatı, algısı, acısı, aşkı, insanı ve ölüme giderayak hissiyatı ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Bu satırlar, 1915’te doğup, 1939’un Kasım’ında yaşamını yitiren ve daha sonrasında uzun bir zaman unutulmuş ve hatta hiç bilinmemiş Melek Kobra’ya ya da bazılarının bildiği Melek Ezgi Tayfur Kobra’ya ait. 2013 insanları bizlerse bu satırlara, Melek Kobra’nın annesinden edindiği alışkanlığı, tuttuğu hatıratlardan ulaşıyoruz. Ve aslında bu hatıratlar sayesinde algı kapılarını aralıyoruz, az da olsa anlıyoruz; Melek’(ler)in ve aslında 1900’lerdeki bir kadının neler yaşadığını/hissettiğini, aşkın, şöhretin nemenem bir latife olup cemallere neler ettiğini… Hoş, yıl olmuş 2013; kadın hâlâ dünyadan yavaş yavaş çekilmelerin girdabında ya da tersten okursak, kadın kendi adının farkında mı, yine bir dilemma?! Ölüme yaklaşan yolculuğunda üç hatıra defteri var Melek Kobra’nın, önce Melek Ezgi, sonra Melek Tayfur ve son olarak Melek Kobra. İlk defterin kapağında adının hemen ardından bir soru işareti geliyor, ikincisinde bir nokta, üçüncüsünde ise bir ünlem. Girişte de kelama düştüğümüz Melek Kobra’nın son hatıratından satırlardı.
BOYALI KUŞ’UN KADRAJINDAN MELEK
Kim miydi Melek Kobra; ‘Ünlü operet bestecisi / emprezaryosu Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı, yine ünlü kadın bestecilerden Nevese Kökdeş’in yeğeni, Türkiye ve dünya güzeli Keriman Halis Ece’nin kuzeni, dublaj kralı olarak bilinen Ferdi Tayfur’un eşi, Süreyya Opereti’nin primadonnası ve Gülriz Sururi’nin annesi Suzan Lütfullah’ın en yakın arkadaşı…’ diye sağına soluna, önüne arkasına isimler getirilerek adı zikredilen ve aslında tüm bunların ötesinde, kısacık ömründe 1900’lerin tiyatro, sinema ve opera sahnesinde yeteneğiyle dikkat çekmiş olan iyi bir oyuncu… O tarihlerin sıra dışı yaşantısıyla ve bir vakitler / 15 yaşındayken tescillenmiş güzelliğiyle cemiyette konuşulan ve aslında 24 yaşında veremden ölmeseydi, belki de çok daha farklı bir hikaye ile karşımıza çıkacak olan bir kadın. Peki biz, bu 24 yaşında (o tarihlerde birçok insanın yakalandığı) veremden hayatını kaybeden Melek Kobra’nın mevzusuna neden/nasıl geldik?! (Es notu: 2006’da, Gökhan Akçura’nın anı defterlerinden derleyip/yazdığı ‘Hatıratım: Melek Kobra’ adlı kitaba da bilahare bakarsınız fakat bugünkü mevzumuz tiyatro; malumunuz tiyatro sezonu açıldı, ilk selamı da Melek Kobra ile çakalım istedim. Hazırsanız başlıyoruz, yaklaşınız!)
JALE KARABEKİR VE YEŞİM KOÇAK
Beni ve belki de birçok tiyatro tutkununu, tiyatro, sinema ve opera oyuncusu Melek Kobra ile tanıştıransa; 13 yıldır sahneye taşıdığı ve aynı şahanelikte yorumladığı oyunlarla, Türkiye Tiyatrosu’na yeni bir jargon kazandıran ve en önemlisi bu jargonu da feminist kadrajla sahneleyen Tiyatro Boyalı Kuş. ‘Melek prensesin sonu muğlak masalı’ alt başlıklı, gerçek hikayeden sahneye uyarlanan, tek perdelik oyunun yazarı Rüstem Ertuğ Altınay. Rejisinde Jale Karabekir’in, dramaturgunda Nelin Dükkancı, koreografında Gökmen Kasabalı, kostüm tasarımında Burcu Rahim, ışık tasarımında ise Erdem Çınar’ın imzası bulunan Melek; temiz metni, sade sahnesi ve tam da daha öncesinde tadı hafıza dehlizlerimde kalan Tiyatro Boyalı Kuş yorumu olmuş. Ama oyunu şaha kaldıransa; Kent Oyuncuları’ndan oyunculuğunun hastası olduğum Yeşim Koçak. Tek başına, beyaz karyola ve sisli sahnede, naçizane kusursuz bulduğum performansı görülmeye değer. Koçak, ‘Melek Kobra’nın hatıratlarının arasındaki hüzün ve heyecandan, enerjisi yüksek bir doku yakalamış. Bu 1.5 saatlik berrak performans karşısında, bana da bir izlek olarak oyun sonunda; Melek’in ince alaylı acısını ve öksürüklü gülüşünü yamacıma alıp, çıkmak düştü. Sadece oyun, ilk 15 dakika durağan/kasvetli ya da benim sezonun ilk oyunum ya da oyunun ilk seyirci karşısına çıkışından kaynaklı üzerindeki yaz rehaveti atma da olabilir yahut malum 1900’ler dönemi fakat sonrasında Koçak’ın ve rejideki Karabekir’in şahsına münhasır şukela ayrıntılarının tadına vardıkça, oturuyor tüm hikaye… Bu oyunla da tecrübeliyorum ki: Karabekir ve Koçak, birbirlerini yakalayabilen süper ikili olmuşlar; devam!
MASALLAR, AŞKLAR VE MELEKLER…
Bu aralar, şeklinde bir cümleye giriş yaparak şakaya düşmeyeceğim, dünya dönmeye başladığından bu yana bitmeyen insanlık kavgası ve dehşetinin bugünkü fasıllarından sıkılmışlarına sesleniyorum/salık veriyorum, gerisi zaten her daim laf-ı güzaf: 1900’lerde, ilk önce bir kadın, sonrasında ünlü ya da bir sahne sanatkarı/sanatçısı olmak ya da bunun arzusunu duymak nemenem bir şeymiş; bunların getirisi ün, şan ve şöhretin açtığı kapıların zamanla karbasan kuyularına dönüşüp, alkol, uyuşturucu ile kotarılmaya, unutma mesaisinde düşürülen şuh kahkahaların ve aslında yavaş yavaş ölüme yaklaşmanın ne demek olduğunu, 24 yaşındaki Melek Kobra’dan öğrenmeye değil ama dinlemeye/hissetmeye gidin! Melek Kobra’nın hayatı bir gece vakti, bir aşk, bir masal ve ortaya saçılan tozlardan değişmiş (ya da görenler öyle sanmış) ve sonrasında, o gecede anlatılan masalın Melek’i de Melek Kobra’nın kendisi olmuş… Kimbilir belki de Melek, her şeyi o gece görmüştü de şimdi sahneye düşen solgun yüzünden de olsa heyecanını yitirmiyordu. Ya da dediği gibi insan zaten doğduğu andan itibaren ölüme yavaş yavaş hazırlanmıyor muydu?! Bazılarına göre upuzun, bazılarına göre ise kısacık sayılan 24 yıllık ömrünün sonunda, haberlere düşen not ise böyleydi:‘Muhsin Ertuğrul’un, Kral Lear rolünü oynadığı aynı isimli oyunda, ağzından kan gelmesi üzerine tüberküloz olduğu belirlenmesiyle, sahneden uzaklaşan Melek Kobra, Cerrahpaşa Hastanesi ve Yakacık Sanatoryumu’nda gördüğü tedavilerin ardından yaşamını yitirdi.’
Oyunu; 20, 27 Eylül, 4, 10, 21, 25 Ekim, saat 20.30’da, Cihangir Sahne’de seyredebilirsiniz. Detaylı bilgi için: 212 245 21 09
Volkan Konak ne zaman öleceğini açıkladı
17.09.2013 05:44 4,896 kez okunmuş
Türkiye’de en çok konser veren isimlerin başında gelen Volkan Konak polemik konusu olacak sözler kullandı.
Karadeniz müziğinin ünlü ismi Volkan Konak, önceki akşam Kıbrıs’taki Golden Tulip&Pasha Otel’de sahneye çıktı. Ünlü sanatçı, konserde ilginç bir açıklamada bulundu
Geçtiğimiz günlerde DNA haritasına baktırdığını söyleyen Konak, “Eğer öncesinde başıma bir iş gelmezse ya da bir kendini bilmez çıkıp beni vurmazsa, 76 yaşında öleceğim” dedi.
Geçtiğimiz günlerde 26. sanat yılını kutlayan Konak, 3. sanat yılında sahne ve konserleri bırakacağını açıklamıştı.
Hülya Koçyiğit’ten çözüm süreci yorumu
17.09.2013 00:37 665 kez okunmuş
Sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit, “Çözüm süreci sonunda bir barış ortamının Türkiye’ye yayılabileceğini, eşit, özgür, adil, kardeşçe, hak eşitliğinde, hep beraber daha mutlu yaşayacağımıza inanıyorum” dedi.
20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin açılış töreni için Adana’ya gelen Koçyiğit, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çözüm sürecinde yaşanan tıkanıklıkların kimseyi yıldırmaması, küstürmemesi gerektiğini söyledi.
Süreçte, duraklamalar, engellemeler ve provakasyonların olabileceğine işaret eden Koçyiğit, çok eski bir sorunun çözümü için insanların bir araya gelerek yüreklerini koyduğunu belirtti.
Koçyiğit, şöyle konuştu:
“(Çekilme sürecinin durması) Duraklanabilir, engellenebilir, provakasyonlar olabilir, çeşitli zorlamalarla karşılaşılabilinecek bir süreç. Çünkü bu süreçle belki de 100 yılın en önemli sorununu çözmek için insanlar yürek koydular ve büyük bir sorumluluk aldılar. Ben sürecin aynen devam edeceğini, Türkiye’de toplumsal barışın sağlanabileceğini, çözüm süreci sonunda bir barış ortamının Türkiye’ye yayılabileceğini, eşit, özgür, adil, kardeşçe, hak eşitliğinde, hep beraber daha mutlu yaşayacağımıza inanıyorum. Buna inandığım için belki de bu konuda yürek koydum, elimi taşın altına koydum, bunu talep ettim.”
Üzerine düşen her sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu dile getiren Koçyiğit, şunları kaydetti:
“Ülkem için, ülkem insanı için ne yapabilirsem seve seve yaparım. Çünkü ülkemin insanının sağlığı, mutluluğu, birlikteliği çok önemli. Şu anda en çok özlediğimiz şey bu. Yaşanan aksaklıklar bizi yıldırmamalı, küstürmemeli, tam tersine inancımızı daha da güçlendirmeli. Çünkü bunları yapanların olabileceğini hesap etmeliyiz. Ama netice çok önemli.”