14 Eylül 2013 Cumartesi

Erdem’in ‘A Ay’a geri dönüş filmi

erdem in a ay a geri donus filmi


Reha Erdem’in Büyük Ada’da çektiği son eseri “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, “A Ay”ın gerçeküstücü serbestliği ile “Korkuyorum Anne”nin tuhaf aile tanımını bir araya getiriyor. Ancak bu bileşim 120 dakikalık süre sebebiyle hayal-gerçek arasındaki çizgiyi fazlaca kaybedince, yönetmenin ustalık döneminde kariyerinin yegane yanlışlarından birine imza atması kaçınılmaz hale geliyor. “Hayat Var” ve “Korkuyorum Anne” gibi yaratıcı başyapıtların mimarı Erdem, böylece en kişisel filmine imza atarken, nefret edeni de çok seveni de olacak ayrıksı bir deneme ile bizi baş başa bırakıyor. “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, karakterlerinin evrim teorisinin kurallarını reddettiği, tuhaf ve yabancılaştırıcı bir kıyamet paranoyası ya da anti-felaket tasviri olarak anılabilir. Bunun devamında Makavejev ile Bunuel’in bir araya gelip “Heart of Glass”, “Stromboli” ve “Cennet Günleri”ni birleştiren bir eser çekmesi gibi çok katmanlı bir duygu da uyandırıyor. Filmi Reha Erdem’in de katıldığı 38. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde yapılan dünya prömiyerinde seyrettim.


Bir Reha Erdem sinemasından söz edince aklımıza az çok bir şeyler gelir. Ama en önemlisi bu incelemeye girince karşımıza çıkan filmlerin arasında çok fazla bağ kuramayacağımız gibi, bu konudaki çekiciliğin de sürekli ayakta durmasıdır. Belki “Hayat Var” (2008) sonrası yakalanan Tayland Yeni Dalgası-modern Rus sineması arasında bir köprü kurarken, bunun üzerine de leziz tatlar ekleyen masalsı film modeli bir süre yoluna devam etti. Onun öncesinde de her şey ‘nokta atışı’ hedefinin karşılığında bir yol ayrımı getirmişti aslında. “Şarkı Söyleyen Kadınlar” ise yine büyük bir özgüvenle benzer bir yolun yolcusu.


 “A Ay”ın dinamik ama çaylak ruhuna yakın


Bana kalırsa yönetmen, “A Ay”daki (1988), gerçeküstücü, hayal-gerçek arasında kalan ve Luis Bunuel’e benzetilen deneyci ruhunu akla getiriyor burada. “Şarkı Söyleyen Kadınlar”, “Korkuyorum Anne”nin (2004) Türk ailesine yaklaşma özgünlüğünü barındırsa da, “Kaç Para Kaç”ın (1999) kara film algısını veya “Hayat Var”ın kültürel peri masalı filmi katmanlılığını bulundurmuyor. “Beş Vakit” (2005) ve “Kosmos” (2010) gibi köy/kasaba yaşamına dair farklı üsluplar uygulamayı da düşünmüyor.


 Aksine film, Erdem’in ilk filmindeki, çaylak, çocuksu ve dinamik ruhunu geri getiriyor. İki saatlik süresi boyunca da Büyük Ada’ya benzeyen bir adada kah anti-felaket, kah kıyamet paranoyası olarak anılabilecek bir süreci deneyimliyoruz. Küresel ısınma sonrası artan kıyamet filmleri ile “Kırmızı Çöl” (“Il Deserto Rosso”, 1964), “Cennet Günleri” (“Days of Heaven”, 1978) “Wonderful Town” (2007) gibi entelektüel anti-felaket filminin bir karışımı karşımıza çıkıyor. Bu konuda Tayfun Pirselimoğlu imzalı minimalist, tek renkli temsil “Pus” (2009) ile bir akrabalık kurulduğunu da söylemek mümkün.


 Has, Parajanov, Makavejev, Seidl gibi yönetmenlerin aykırı işlerini akla getiriyor


Ama bunu yaparken Wojciech Has, Sergei Parajanov gibi nev-i şahsına münhasır fantastik sinema temsilcileri ile Dusan Makavejev, Ulrich Seidl gibi tuhaflıktan güç alan isimlerin dünyası canlanıyor. Büyük Ada mimarisi, sanki Luis Bunuel’in “Stromboli”si (1950) misali konumlanıyor. Özellikle karakterlerin Makavejev tipleri gibi hareket ettiği, kurgunun ise Has’ın yaklaşımına yakın durduğu söylenebilir. Toplumdan soyutlanmış açık mekandaki aile ve insanlar ise koyu renklerin destek verdiği sinematografinin içinde yabancılaşmakla uğraşıyor. Ama yönetmenin hedefi bir hastalığın, deprem korkusuyla çıkıp gelmesini ele almak esasen.


Evlilik kültürüne ve kimi sırlara uzanan dramatik yapıyı da metaforlarla, şarkı performanslarıyla, beklenmedik düşme sahneleriyle ve olmadık hareketlerle dengeliyor. Tarkovsky’nin “Ayna”sından (“Zerkalo”, 1975) Dostoyevsky’e uzanan referanslar Halit Ergenç’in kutsal kitap sözlerini kullanan dış sesiyle de garip bir duruma kadar uzanıyor. Tuhaf karakterler, olmayacak olaylar derken, karşımıza ölümün de bir reenkarnasyonla karşılık bulduğu süreç çıkıyor. Natüralizm “Jîn”in (2013) sonu misali canlanıyor.


Atların yerde yattığı, geyiklerin etrafta cirit attığı, insanların birbiriyle konuşurken yapaylaştığı düzen, sanki işkencecilikten çocuk yaşta evlenmeye uzanan sürece kadar melankolik bir Türkiye alegorisini hedefliyor. Soyutlanmış mekan buna alan açıyor. Ses tasarımının işitsel katkıyı arttırdığı, Binnur Kaya’nın ‘kırmızı başlıklı kadın’ olduğu açılış sekansındaki korkutucu fırtına ile filmin sonu arasında kurulan bağ da becerikli.


İlk film duygusunu ustalık döneminde hissettirmek neye yorulabilir?


Arada ormana çıkıp şarkı söyleyen karakterlerin tersine bağlanması, yönetmenin eklektik yapıları sevdiğini de ispatlıyor. Zaten buradaki tiplemeler bilinenden farklı hareket ederken, gerçek sinema karakteri gibi değiller. Sanki bilinmeyen bir ülkede, olmadık bir coğrafyada Werner Herzog tiplemesine dönüşmüşler. Onun “Heart of Glass”ında (“Herz Aus Glas”, 1975) canlanan duyguya benzer bir ‘yaşayış’ algısına teslim oluyorlar. Böylece yabancılaşma ve tuhaflık canlanıyor. Ama her şey kafa karışıklığıyla etrafta atılıp bırakılmış ve sürekli kendini tekrar eden bir ruhun ürünü gibi. “A Ay”ın böylece ‘ilk filmin samimi çaylaklığı’ ile yükselen saygıdeğerliği, burada renkliye ‘ustalık dönemi’nde bir ‘entelektüel dışavurum’ olarak sıçrıyor.


Ailenin Balkan politk taşlamalarına öykünen duruşu “Korkuyorum Anne”yi, hikaye yapısı “A Ay”ı akla getiriyor. İkincisinin dehlizlerinde her şeyi tekrarlamaya, video-art objesine dönüştürmeye başlayan eser biraz fazlasıyla ilk film gibi duran bir iş olarak canlanıyor. “Şarkı Söylenler Kadınlar”, sanki 120 dakikaya uzamadan 85 dakikada iyi ve çarpıcı bir yapıt olabilirmiş izlenim bırakıyor. Türkiye alegorisinin adada canlanması burada hiç tatmin hissi bırakamıyor. “Heart of Glass”, “Stromboli” ve “Cennetin Günleri”ne Bunuel ve Makavejev eli değmiş izlenimi yaratan yaklaşım, tekrarların kurbanı oluyor.


Erdem için bir istisna olacaktır


“Şarkı Söyleyen Kadınlar”, son 20 yılın en yaratıcı yönetmeninin de yanlışlar yapabileceğini kanıtlıyor. Zira her zaman özgüven iyi bir şey değil. İyi ki Erdem bunu ikinci üçüncü filminde yaşamadı. O zaman bu noktada olmayabilirdi. Ama eminiz bu durum, bir sürekliliğe dönüşmeyecektir.


Film, yönetmenin en kişisel işi olmakla birlikte kabul etmeliyiz ki büyük oranda da yaptığı yegane yanlışlardan biri. “Kosmos” ve “Beş Vakit”i de diğer filmleri kadar beğenmem. Ama eğer böyle geri adımlar atmaya paralel olarak aynı yıl içinde Kürt gerilla kız hikayesi “Jîn” gibi masalsı bir anti-savaş draması varsa bunu görmezden gelebiliriz. Zira sözünü ettiğimiz eser, Erdem’in entelektüelliğini kanıtlama veya kişisel karamsarlığını perdeye aktarma adına büyük oranda biraz fazla öznel duruyor. Ama teknik açıdan da herhangi bir sorun barındırmıyor. Mercek-açı-ses dengesi gayet yerinde dururken, oyuncularla kurulan iletişim konusunda bu zor dünya portresi sebebiyle sıkıntılar var. Bu da inandırıcılığı zedeliyor. Sanki en büyük hayal kırıklığı bu gibi.


FİLMİN NOTU: 5


Künye:


Şarkı Söyleyen Kadınlar


Yönetmen: Reha Erdem


Oyuncular: Aylin Aslım, Binnur Kaya, Deniz Hasgüler, Vedat Erincin, Philip Arditi


Süre: 120 Dk.


Yapım Yılı: 2013



KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com


 




Erdem’in ‘A Ay’a geri dönüş filmi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder